Greenwich

Thames Nehri üzerinde yeralan bu şirin denizci semti, 16. yüzyılın sonlarından itibaren denizcilerin mekanı olmuştur. Greenwich’e gezimiz Thames nehri üzerinde ulaşımı sağlayan gezi motorları ile başlıyor. Nehir üzerinde gezi motorları ile ilerlerken Londra’nın sembolü olan Tower Bridge’in altından geçmek, ikinci dünya savaşından günümüze kadar gelen HMS Belfast savaş gemisini ve daha bir çok tarihi yapıyı gözlemek gezinin en güzel anlarından biridir. Bu seyir sırasında İngiliz rehberler gemimizde gezi boyunca açıklamalar yapacaklardır. Greenwich limanına vardığımızda 19. yüzyılda sürekli çay taşıyan ve 1950 yılından beri orada demir atmış olan tarihi yelkenli “Cutty Sark” bizleri karşılar. Burada eskiden antika eşyaların satıldığı büyük bir market bulunuyordu, birşeyler alınmasa bile burayı gezmek oldukça ilginç sayılırdı ancak Docklands hafif raylı sistemin bir uzantısı buraya inşa edildiği için artık bu pazarın yerini modern bir metro istasyonu alıyor. Az ilerde Royal Naval College ve National Maritime Museum gözlerden kaçmayacaktır. Greenwich Park’a ulaştığınızda acıktığınızı hissedeceksiniz ve bu geniş alanda güvercinlerle birlikte “packed lunch” larınızı yiyeceksiniz.Bu güzel parkta birdirbir oynamak Deren Koray’lıların bir geleneğidir. Dik bir tepenin doruğunda bizleri Old Royal Observatory bekler. 1675 yılında kurulmuş olan bu rasathane bugün müze olarak düzenlenmiştir. Herkesin kolunda bir saat olur da, koskoca dünyanın bir saati olmaz mı? Bu saate göre her Deren Koray’lı kendi kol saatini ayarlar ve gelecekte biri saatinin doğru olup olmadığını kendisine sorduğunda “Greenwich ayarlıdır” diyerek gülümser. Londra’ya gelinip de Greenwich’te 0 meridyeninin geçtiği noktayı görmemek büyük eksikliktir. Burada bir ayağınızı dünyanın doğu yarıküresine, diğer ayağınızı dünyanın batı yarıküresine koyacaksınız. İçinizi enteresan bir duygu kaplayacak. Bu nokta aynı zamanda dünyadaki yeni yılın başlangıç noktasıdır. Rasathanenin çatısına baktığınızda kırmızı bir top dikkatinizi çeker. Bu top 1833 yılında kullanılan dünyanın ilk görsel saatidir. (Ayrıntılı bilgi Greenwich’te). Buradan Londra bir başka görünür. Resimlerimizi de çektikten sonra aşağıya Greenwich Market’e hareket ediyoruz. Burası gemi maketlerinin, el işlerinin, hediyelik eşyaların, CD’lerin ve kitapların satıldığı büyük bir markettir. Cutty Sark’a geldiğimizde Thames Nehri’nin iki yakasındaki kubbelerle karşılaşırsınız. Bunlar aslında bina değil, 60 kişilik büyük asansörlerdir. Peki bu asansörlerin nereye indiğini tahmin ediyorsunuz? Tabi ki nehrin dibine. Her iki yakayı birbirine bağlayan Greenwich Foot Tunnel’dan geçerken soğuktan, biraz da endişeden titrediğinizi hissedeceksiniz. Üzerinizden koskoca Thames Nehri’nin geçtiğini düşündüğünüzde tünelde hissettiklerinize hak vereceksiniz. Her ne kadar yasaklansa da tünelin, amatör müzisyenlerin şarkıları ile nasıl şenlendiğini göreceksiniz ve şarkıcılarla beraber siz de tempo tutacaksınız. Yaklaşık 8 dakikalık bir yürüyüşten sonra ikinci asansörü göreceksiniz. Bu asansör bizleri yukarı çıkaracak olan asansördür. Parka vardığımızda artık bir dondurma yemenin zamanı geldiğini düşünüyoruz. Buradan geçtiğimiz yerleri görmek oldukça güzel. Eğer daha yakından görmek isterseniz 20 Pence’iniz hazır olmalı. Bunu paralı dürbüne atarak arzu ettiğiniz bölgeyi yakından inceleyebilirsiniz. Şimdi 21 Yüzyılı yaşamaya hazır mısınız? Hazırsanız ellerimizdeki travelcardlarla Docklands Light Railways’i kullanacağız. Island Gardens’dan bindiğimiz Hafif Raylı Sistem ile 21.Yüzyılın iş merkezini yukardan gözlerken tepkinizi merak ediyoruz. Canarian Wharf’ta bir mola veriyoruz. Buradaki çevre düzenlemesi ve ultramodern mimari sizlerde hayranlık uyandırır. Buraları gezerken fotoğraf makineninizi elinizden düşürmeyeceksiniz. 2000 yılında hizmete giren Jubilee Line’ın bir uzantısı son derece modern bir istasyon olan Canary Wharf’a kadar sizi yürütüyoruz. Burada gördüğünüz metro istasyonunun Londra içinde gördüğünüz sıradan metro istasyonlarına pek de benzemediğini göreceksiniz. Bundan sonrasını anlatmayalım, gelin kararı yine siz verin. Jubilee Line ile yolculuğumuza devam ediyor ve Northern Line’ı kullanarak hepinizin çok ama çok sevdiği Leicester Square’e ulaşıyoruz. Bu arada hava kararır ve deren Koray’lılar Londra’nın cıvıl cıvıl gece hayatına merhaba der. Sokak konserleri, illüzyon gösterilerini izlemeden, Fun Land’de ve Trocadero’da doyasıya eğlenmeden önce Mc. Donald’s, KFC, Burger King, Pizza Hut’un bol çeşitli menülerinden birini seçerler. Daha sonra Piccadilly Circus bizleri neon ışıkları ile karşılar ve Londra gecelerinin birinci bölümü burada sona erer, artık yurtlara ve evlerimize dönme zamanıdır.

 

Camden Town

Eğer rock, pop, heavy metal müziği tutkunuysanız bu müzik tarzlarının aksesuarlarını ve antika eşyaları seviyorsanız Camden Town sizin mekanınızdır. Burası Londra’nın en ilginç semtlerinden biridir. Burada Little Venice’nin uzantısı olan su kanallarındaki gezi motorları dikkatinizi çekecektir. Burada yapacağımız 90 dakikalık bir tur, ömrünüze ömür katar. Burayı çok seveceksiniz. Eğer taze hindistan cevizi hiç yemediyseniz burada tatmanızı tavsiye ederiz. Canınız taze meyve çekerse, buradan çok ucuza alabilirsiniz. Bunun dışında ilginç giyim eşyaları ve çeşitli model ve renkte değişik ayakkabılar arıyorsanız Camden Town’ı kesinlikle kaçırmamanızı öneririz. Burada gördüğünüz bir modeli dünyanın başka bir yerinde bulabileceğinizi sanmıyoruz. Bu nedenle Camden Town her zaman orijinaldir ve orijinal olarak kalmaya da devam edecektir.

Oxford Street

Londra denince akla gelen ilk caddelerden biri Oxford Street’tir. Hatta dünyadaki caddeler dediğinizde Oxford Caddesi ilk 3’te yeralır. Eğer New York’ta Broadway’i görmediyseniz, bu cadde eminiz ki hayatınızda gördüğünüz en hareketli ve en canlı caddedir. Bu cadde alışverişseverler için vazgeçilmez bir mekandır. Bir anda kalabalık içinde kalabilir, arzu ettiğiniz mağazaya girme savaşı içinde kendinizi bulabilirsiniz. Tarihi çift katlı otobüsleri, geleneksel siyah taksileri, dil okulları, Marks & Spencer, C&A, Selfridges, Byrite, Boots, Woolworth, Littlewood, Olympus, John Lewis, Mark One gibi modern alışveriş mağazaları, HMV, Virgin Megastore, Our Price gibi dev video-müzik mağazaları, dev kitap ve kırtasiye mağazaları, meyve satan sokak içi marketleri, pizza büfeleri, elektronik eşya mağazaları, bilgisayar marketleri, bilgisayar oyun mağazaları, eğlence klüpleri, tiyatroları, ünlü restoranları ve sinemaları ile halkın, özellikle de turistlerin yoğun olduğu bir caddedir. Burayı sizler de seveceksiniz. Caddede satılan şekerle kavrulmuş fıstığı tatmanızı tavsiye ediyoruz. Oxford caddesi sizi kendisine bağlayacak pek çok atraksiyonu bünyesinde barındırır. Abartmıyoruz, 1 değil bir kaç gününüzü Londra’da sadece bu caddeye ayırmalısınız. Ancak o zaman tam anlamıyla “gördüm” ya da “bulundum” diyebilirsiniz. Yoksa sadece 1 kare fotografını çekmek değildir Oxford Caddesinde bulunmak..

Leicester Square

Bir başka dünyaca ünlü meydana hoşgeldiniz. Leicester Square’de amatör müzik gruplarının konserlerini burada dinleyebilirsiniz. Yemeklerden başlayalım. Burada İngilizlerin geleneksel menüsü olan fish & chips’i (norveç balığı ve parmak patates) tadabilirsiniz. 1 Pound’a pizza satan ve yanında ücretsiz salata veren restoranlar, KFC, Burger King, Mc Donald’s, Pizza Hut gibi dünyaca ünlü fast food mağazalarının yanında Meksika, Çin ve Japon restoranları, Londra’nın en ünlü diskolarından olan Hippodrome, Empire ve Equinox Disco burada yeralır. Şans oyunlarının da oynandığı bu alan, mini bir Las Vegas görünümündedir. Amerika’nın sinema devi Warner Bros’un büyük bir sinemasının yanında Odeon ve ABC gibi dev sinema salonları yine bu meydandadır. Leicester Park’ında dünyanın önemli şehirlerinin bulunduğunuz noktadan uzaklıkları levhalarda yazılıdır. Bu levhaları okurken dünyanın merkezinde olduğunuz hissine kapılacaksınız. Parkın hemen yanında, Arnold Schwazenneger, Sylvester Stallone gibi Amerikalı aktörlerin el izlerini görebilirsiniz. Hediyelik eşya mağazaları oldukça ilginçtir. Swiss Centre’nin önünde taze bir portakal suyu içmek enerjinizi arttıracaktır. Bu arada her saat ortaya çıkan Alp senfonisini dinlemenizi hararetle tavsiye ediyoruz. Buradaki çanların melodi şeklinde çalması sizleri hayrete düşürecektir. Hemen karşınızda sokakta portrenizi çizecek bir çok usta ressam sizleri bekliyor olacak. Bu sanatçıların ne derece profesyonel olduklarını film yıldızlarının çizilmiş portrelerini gördükten sonra karar vereceksiniz. Gerçi son yıllarda bu ressamların burada boy göstermeleri yasaklandı ama yine de “bizler hala buradayız” dercesine müşterilerine hizmet vermeye devam ediyorlar. Geceleri Leicester Square görülmeye değerdir. Burası o denli canlıdır ki kendinizi adeta kaybedersiniz. Hele hele kabile danslarını seyretmek, Afrikalı yerlilerin torunlarıyla birlikte dansetmek ayrı bir zevktir. Özellikle pazar günleri burası modern bir panayır görünümündedir. Biraz ilerde de Piccadilly Circus bulunmaktadır.

Piccadilly Circus
1989'dan beri düzenlediğimiz İngilizce yaz okullarımızda geleceğin bireylerini yetiştiriyoruz.
Piccadilly Circus, Londra İngilizce Yaz Okulları Programımız 1995

80’li yılların sonunda 90’lı yılların başındayken, ilk yaz okulu programımızı Londra’da gerçekleştirmiştik. Bu dönem programlarımıza katılmış eskinin öğrencileri, şimdilerin biricik velileri olan öğrencilerimiz çok net hatırlayacaktır. O zaman internet yok, cep telefonu yok, sosyal medya yok, YouTube yok, video kamera da yok (ki kayıtlara 1997 yılında başladık hala o videolar arşivimizde durur) sadece 36 ve 24 poz alabilen negatif filmli klasik fotoğraf makineleri var (Kabus gibi). İngilizce dersinden sonra Londra’nın kült eğlence merkezi Trocadero’ya koşardık. Burada 6 katlı Sega World vardı. Akıllı cep telefonların olmadığı, video oyunlarının ilkel PC’lerde ya da jetonlu stantlarda oynandığı dönemlerden söz ediyoruz. 5 kat yukarı çıktığımızda karşımıza bir zamanlar uzay istasyonu gibi dizayn edilmiş, şeffaf yürüyen merdivenlerle bol ışıklı ilginç bir yere ulaştırdık. Dijital oyun devi Sega’nın düzenlediği Sega World iki-üç sene varlığını burada sürdürdü. 7 Eylül 1996 yılında büyük umutlarla açılan bu mega eğlence merkezi ne yazık ki kapılarını kapattı ve yerini eski kiracısı Fun Land’a bıraktı. Fun Land bir süre Trocadero’nun ilk üç katında varlığını başarıyla sürdürdü ancak gelişen mobil ve oyun teknolojisine daha fazla dayanamadı. Yürüyen merdivenlerle üst katlara çıktığımızda dünyanın hiçbir yerinde bulamayacağınız bir eğlence merkezi vardı: Fun Land. Burası, 3 boyutlu bilgisayar oyunlarının, çarpışan otoların ve tilt makinelerin bulunduğu bir harika merkezdi. Oyunlarda başarılı olan öğrencilerimiz başarı fişleri kazanıp ve bu fişlerin karşılığında diledikleri hediyeyi alabiliyorlardı. Burada birbirinden ilginç araba yarışları ve uçak simulatörleri vardı. Laser Bowl bölümü bowling meraklıları için harika bir mekandı. Öğrencilerimiz Giant Screen’de gerçek bir araba kullanıyor hissine kapılıyordu. Aralarında 6 kişilik savaş ekibi kuruyor uzay gemilerinde lazer savaşlarına katılarak, kazandıkları fişleri aralarında bölüşüyorlardı. Cep telefonlarında henüz internet olmadığı için Exchange Internet Cafe’den sanal alemde gezinip, e-maillerini kontrol ediyorlardı. Trocadero Center’deki Little Wood şeker mağazasından diledikleri şekeri almak, dükkanları birer birer dolaşmak onlar için ayrı bir zevkti. En alt katta yeni neslin Escape Room’u, eskilerin “Alien’dan kaçış” olarak nitelendirebileceğimiz eğlence platformunda adrenalin doruktaydı.

Varlığı yılan hikayesine dönen Planet Hollywood’da bu değişimden nasibini aldı. Çok katlı HMV Music Store, ABC sinemaları, alt katta yer alan gençlik malzemelerinin satıldığı dükkanlar hepsi kapandı gitti. Geriye kalan, halk arasında Eros Heykeli olarak bilinen ama aslında aşkın öcünü alan Anteros heykelinin bulunduğu Piccadilly Circus meydanı. Neon lambalar da artık yerini 4K yüksek çözünürlüklü 5500 tekil LED dizilimini içeren teknolojiye bıraktı. Yeni panel, 188 Mini Cooper aracı ve 2,5 Wimbledon tenis kortunu kapsayacak büyüklükte. 4 tane çift katlı otobüsü enine ve boyuna alabilecek kapasitede. 281 Trilyon renk tonunu yansıtabilen bu dev ekran, 100000 saat ışık ömrüne sahip. Su geçirmez membran teknolojisi kullanılan bu dev ekran, sadece reklam amaçlı değil, halkla direkt iletişim kurulan dev bir TV özelliği de taşıyor. Özellikle 2020 yılındaki Pandemide Kraliçe 2. Elizabeth’in ulusa sesleniş konuşması ve diğer önemli olaylar bu ekranlardan yansıtıldı. Buradaki ışık ve renk cümbüşü herkesi kendine çeker. Gece Piccadilly Circus’u gezmek ise ayrı bir keyiftir. Tabi bu zevki hep birlikte programlarımız süresince tadacağız. Trocadero’nun karşısına açılan Hard Rock Cafe Store gençlerimizin ilgisini çeken ayrı bir mekan. Tüm bu köklü değişimden geriye kalan ve belki de hiç değişmeyecek tek şey meydandaki coşkulu kalabalık ve o muhteşem atmosferi. Piccadilly Circus’u gece görmemiş ve o atmosferi yaşamamışsanız, Londra’ya hiç gelmemişsiniz demektir.

 

St. Paul's Cathedral
St Paul Kilisesi 1711 senesinden beri Londra'nın en önemli mimari yapılarından biridir.
St Paul Kilisesi hakkında öğrencilerimizi bilgilendirirken

7. Yüzyıldan beri çeşitli şekillerde inşa edilen bu katedrali günümüz görüntüsüne kavuşturan ünlü mimar Sir Christopher Wren’dir. Sir Wren için İngilizlerin Mimar Sinan’ı benzetmesini yaparsak yanlış olmaz. İngilizler de kendisini Britanya’nın Da Vinci’si olarak anar. İsmini 17 Ton ağırlığında olan çandan alan St. Paul’s Katedrali, 111 metre yüksekliğindedir. Prens Charles ve Lady Diana bu kilisede evlenmişlerdir. Çiftin düğün resimlerini hala içeride görebilirsiniz. Katedralin 30 m. yukarısında ziyaretçilerin ilgisini çeken bir bölüm de Whispering Gallery’dir. Mükemmel akustiği sayesinde bir duvarın yanından fısıltıyla konuşsanız bile kubbenin karşı duvarında bulunan bir başka kişi sizi rahatça duyabilir. John Donne, Van Dyck, Amiral Nelson, Duke of Wellington, Florance Nightingale, Sir Christopher Wren gibi birçok ünlünün mezarları da bu kilisede bulunur. (Bu kişiler kim demeyin, hepsini İngiliz kültür ve tarih derslerini işlerken birer birer anlatacağız) Katedralin kubbesinden Londra bir başka güzeldir, ne var ki kubbeye çıkmak, sonu gelmeyen merdivenleri tırmanmak ve inanılmaz dar geçitlerden geçmek gibidir ve Deren Koray’lıları biraz zorlar ama Londra’nın muhteşem manzarası ile karşılaşınca öğrencilerimiz tüm yorgunluklarını unuturlar. Bu kilisenin hazin bir de öyküsü bulunuyor. 2 Eylül 1666 tarihinde Pudding Lane’de fırını bulunan Thomas Farriner, fırındaki közlerin söndüğünden emin şekilde uykuya yatacağı sırada evinde aniden yangın başlar. Birbirine bitişik düzende bulunan yarı tahta Tudor stili evler birbiri ardına aniden alev alır. Thames Nehri üzerinden gelen şiddetli rüzgarın etkisiyle de alevler kontrolden çıkar ve şehrin diğer taraflarına sıçrar. Alevler o kadar şiddetlenir ki gökyüzünden ölü güvercinler yağmaya başlar. İnsanlar evlerini terk etmek zorunda kalırlar. Tam 5 gün süren yangında 13 bin ev küle döner ve 80 bin insan evsiz kalır. İnsanlar Londra’yı resmen terkeder. Londra’nın dörtte üçü tamamen harabeye döner ve şehir yaşanmaz hale gelir. Bu olay tarihe “Büyük Londra Yangını” olarak geçer. Yangından neredeyse 1000 yıllık geçmişe sahip eski St Paul Kilisesi de nasibini alır ve içindeki paha biçilmez eserleri ile birlikte yok olur. Çünkü diğer evler gibi kilise de ahşap yapıya sahiptir. Sir Christopher Wren kolları sıvar ve yeni kilisenin (şimdiki St Paul Kilisesi) yapımına başlar ve bugünkü görüntüsüne 1711 yılında kavuşturur. Wren’in bu muhteşem yapısı aslında bir bakıma intikamdır ve gizli mesajlar içerir. Çünkü Wren, imkansızı başarmak için yola çıkmıştır ve 35 yıl süren çalışması sayesinde bunu başarmıştır da. Hikaye burada bitmedi. Geri kalanı Londra yaz okulu İngiliz kültürü ve tarihi programlarımızda öğrencilerimizi bekliyor.

Covent Garden
Covent Garden öğrencilerimizin en çok sevdiği mekanlardan biridir.
Covent Garden, öğrencilerimizin Londra’da keyifle zaman geçirdikleri en özel mekanlardan biridir.

Covent = Manastır, Garden = Bahçe demektir. Peki şehrin göbeğinde, bu hangi manastır? St Paul Manastırı. Pek çok kişinin gözden kaçırdığı yapı. Londra’nın en keyifli mekanına hoşgeldiniz. Covent Garden’ın geçmişi 13. yüzyıla dayanır. Burası her zaman çok canlı ve hareketli bir yerdir. Her köşe başında müzisyenlerin verdiği mini konserleri ile meşhur olan Covent Garden’da geleneksel bir İngiliz çayı içmek tüm yorgunluğunuzu alır. Saatini, konseptini siz seçin. Elevenses, light tea, afternoon tea? Günde 150 milyon bardak çay tüketen bir toplumdan bahsediyoruz. (Endişe yok, 245 milyonla rekor hala bizde). İllüzyon gösterileri, ortaoyunları ve komedi şovları ilginizi çekecektir. Dikkat! burada kendinizi bir anda herhangi bir şovun içinde bulabilirsiniz. Bu şovları yapan amatörler şov sonunda sizlerden kendilerine bahşiş vermenizi isteyecektir. Eğer siz de gösteriyi beğendiyseniz, gönlünüzden kopan miktarı şovmenin şapkasına bırakabilir, ya da temassız kredi kartı ile ödeme yapabilirsiniz. Bir zamanlar çiçek, meyve, sebze satılan bu alanda artık harika lezzetler ve hediyelik eşyalar satılıyor. Jubilee Market’ta iğneden ipliğe herşeyi uygun fiyata alabilirsiniz. Burada her türlü ilgi çekici süs eşyaları ve aksesuarları bulmanız mümkün. Standlar hemen hemen hergün değişir ve yerini yeni konseptteki stantlara bırakır. Bu nedenle hergün gelseniz bile Covent Garden’dan bıkmazsınız. Alanın güneydoğusundaki London Transport Museum, 1830’dan günümüze tüm motorlu taşıtların sergilendiği bir müze olarak sevenlerin karşısına çıkar. Covent Garden pazar günleri ayrı güzeldir. Yetenekli müzisyenlerin popüler şarkılarına eşlik edebilir, bu tarihi mekanın keyfini çıkarabilirsiniz. Bir sonraki durağımız yürüyerek Leicester Square olacak. Bu rota, Londra’daki en güzel yürüyüş rotalarından biridir. Çünkü Leicester Square’i gören öğrencilerimiz bu canlı mekanın etkisinden kolay kolay kurtulamaz. 1989’dan bu yana her yıl böyleydi ve böyle olmaya da devam edecek.

St. James's Park

İşte doğa, işte güzellik. Burada kendinize soracağınız ilk soru şudur: “Nasıl olur da şehrin ortasında böylesine güzel bir park bulunur?”. Sizlere ilginç gelebilir ama burada sincaplar elinizden yiyecek yerler, kuşlar kollarınıza konar, ördekler ve kazlar hatta balıklar sizden adeta yiyecek dilenir. Suların dansı ruhunuzun derinliklerine kadar iner. Hele buradaki çimlerin üzerinde piknik yapmak ayrı bir zevktir. Tabi bazılarımız için de futbol oynamak. Bazı öğrencilerimiz için de bu huzurlu ortamda ders çalışmak. Ne yapmak isterseniz isteyin St. James’ park sizlerin hoşuna gidecek çok özel bir mekandır. Yiyeceklerinizi bu minik dostlar ile paylaşmak sizde güzel duygular uyandırır. Bu parkta serin ağaçların gölgesinde uzanmak, tüm elektriğimizi toprağa vermek, çiçeklerin büyülü renklerini seyretmek tüm yorgunluğumuzu alır götürür. Burada oyunlar oynamanın tadını genç Deren Koray’lılar iyi bilir. İyice dinlendikten sonra bu güzel parkta yürüyüşümüze devam ederken karşımızda Admiralty Arch belirir. Güneye indiğimizde de bizleri atlı İngiliz muhafızları karşılar.

Horse Guards

Burada yıllar yıllar önceden günümüze gelen bir geleneği hep birlikte izleyeceğiz. Atlı muhafızların hiç kıpırdamadan atların üzerinde saatlerce durduğunu izlemek ilginçtir. Atların büyüklüğü ve dinçliği öğrencilerimizin dikkatinden kaçmamaktadır. Burada atlar ve muhafızlar ile fotoğraf çekilmek bizce iyi bir fikirdir ama önce nöbet değişim seremonisini burada hep birlikte izleyeceğiz. Tipik bir İngiliz askeri gösterisine dönüşen bu aktivite fotograf ve video kamerası olan öğrencilerimiz için kaçırılmayacak güzellikte bir aktivitedir. Bu nedenle her yıl öğrencilerimizi özel bir bölüme aldırarak bu seremoniyi seyretmelerini sağlıyoruz. Bu binanın güney cephesinde yeralan Cabinet War Rooms, savaş sırasında Alman bombardımanından korunmak için yer altına yapılan labirent gibi daireleri barındırır. Churchill’inde burada bir dairesi bulunmaktadır ve savaş sırasında tüm telefon görüşmelerini buradan yapmıştır. Yolumuza devam ediyoruz ve hemen 200 m. ileride yeralan başbakanlık konutuna ilerliyoruz.

Downing Street No. 10

Bu tarihi caddede gerçek anlamda bozulmamış bir tarihe tanıklık edeceksiniz. İşte 18. yüzyıl evleri tüm güzelliği ile karşınızda. Bu caddenin önemli bir konuğu vardır: İngiltere başbakanı.. Sokaktaki 10 numaralı siyah kapılı evde 1732’den bu güne dönemin başbakanları ikamet etmektedir. Başbakanlık konutunun hemen yanında, 11 numarada hazine bakanı oturmaktadır. Haberleri yakından takip edenler bu caddeye aşınadır. Demir parmaklıkların ardında uzun objektifleri ile sıralanan gazeteciler, sokağa giriş çıkış yapan koyu lacivert ya da siyah renkli klasik İngiliz yapımı araçlar, Downing Street’te ve dünya gündeminde hareketli günlerin habercileridir. Başkent gündemi ve politikanın nabzı bu caddede bu mekanda atar. Kuzeye doğru ilerlediğimizde Trafalgar Meydanına ulaşmış oluruz.

Trafalgar Square

Londra’nın en canlı, en hareketli meydanından birine hoşgeldiniz. Trafalgar, turistlerin en çok beğendiği ve eğlendiği yerlerden biridir. Buradaki havuzlar, güvercinler, dondurmacılar, balon ve içecek satanlar, busking yapan müzisyenler meydana ayrı bir hava verir. Bir zamanlar meydandaki güvercinleri turistlerin beslemesi için 50 Pence’e yem satan satıcıların bu aktiviteleri son yıllarda yasaklandı. Sebebi de güvercinlerin tarihi eserlere verdiği zarar. Eskiden avucunuza bu yemlerden bir miktar koyduğunuzda ve kollarınızı iki yana açtığınızda güvercinlerin elinize ve kolunuza dizildiğini görecektiniz ancak bu görüntüler eskilerde kaldı ne yazık ki. Burada herkesin yüzündeki mutluluk ifadesi dikkatinizi çekecektir. Amiral Nelson’un heykelinin bulunduğu Nelson’s Column 40 m. yüksekliğindedir. Amiral Nelson, Trafalgar savaşını kazanan bir komutandır. Sütunun kaidesinde bulunan 4 aslan dikkatinizi çekecektir. Yılbaşında saatler tam 12:00’yi gösterirken, herkes dostluk ve barış şarkıları söyler. Bazı muzip İngilizler ise birbirlerini o soğukta meydandaki havuzlara atarlar. Trafalgar Meydanı’na bakan önemli binalardan biri de National Gallery’dir.

Houses Of Parliament

İşte İngiltere’nin politik merkezi. Ülkeyi hatta dünyayı yakından ilgilendiren pek çok öenmli kararların alındığı stratejik bir mekan. Eskiden Westminster sarayı olarak kullanılan bu yapıt, bugün Londra’nın ve İngiltere’nin sembollerinden biridir. Binada Lordlar kamarası ve Avam kamarası olmak üzere iki bölüm bulunur. Bu tarihi yapıt ve İngiliz yönetim sistemi hakkındaki bilgileris sizlere Londra’da tek tek vereceğiz. Binanın doğusunda 13 ton ağırlığındaki çanı ile ünlü olan Big Ben tüm görkemi ile göğe yükselir. 1750 yılında köpeklerin geçmesine izin verilmeyen Westminster Bridge üzerinden Thames’in karşı kıyısına geçtiğimizde, buradan çekeceğiniz bir fotoğraf, albümünüzdeki en güzel fotoğraf olacaktır. Gece burada yürüyüş yapmanın tadı bir başkadır, bu mükemmel illuminasyonu hep birlikte göreceğiz. Parlamento binasının hemen arkasında dikkatinizi çeken tarihi yapıt ise Westminster Abbey’dir. Londra Akvaryumundan çıkarak, Houses of Parliament’e oradan da Westminster Abbey’e ulaşacağız.

Westminster Abbey

Bu kilise Londra’nın en eski ve en büyük kiliselerinden biridir. 7. yüzyılda küçük bir kilise iken 1723 yılında ünlü mimar Sir Wren, bugünkü yapıyı oluşturmuştur. Uzunluğu 161 m. olan bu yapıt içinde bir çok ünlünün mezarı bulunmaktadır. Charles Darwin, Isaac Newton, Rudyard Kipling gibi pek çok değerli bilim adamı burada yatar. 1065 yılından itibaren ölen tüm kral ve kraliçeler buraya gömülmektedir. Binada resim çekmek ne yazık ki yasaklanmıştır. Burada kabartma levhaların üzerine siyah bir karton koyarak yaldızlı tebeşir ile istediğiniz motifi kartonun üzerine aktarabilir ve bunu bir anı olarak saklayabilirsiniz. 1997 yılında hayata gözlerini yuman Galler Prensesi Lady Diana’nın cenaze töreni bu kilisede yapılmıştır ve bu törenden sonra kilisenin ünü tüm dünyaya yayıldı. Öyle ki aşırı ilgi yüzünden kilise kontrollü olarak ziyarete açıldı ve halen bu uygulama devam ediyor. Bizler de Londra’da öğrencilerimize bu kilise ile ilgili diğer bilgileri vereceğiz. Scotland Yard: Westminster Abbey’den ayrıldıktan sonra İngilizlerin ünlü polis teşkilatı Scotland Yard’ı ziyaret ediyoruz. Burası filmlere ve bir çok programa konu olmuş bir büyük bir kurumdur. Binanın önünde polisler ile bir hatıra fotoğrafı çektirmek iyi bir fikirdir ne dersiniz? Buradan hep beraber Buckingham Palace’a geçiyoruz.

Buckingham Palace

Londra’da kesinlikle görülmesi gereken binalardan biri de kraliyet ailesinin yaşadığı bu muhteşem saraydır. Eğer binanın çatısındaki kraliyete ait bayrak gönderde ise bu, kraliçenin sarayda olduğu anlamına gelir. 600 odası bulunan bu sarayın 400 kadar yöneticisi, 330 tam, 100 kadar da yarım gün çalışan elemanı bulunmaktadır. Kraliçe ve eşi sarayın birinci katındaki özel dairelerinde oturmaktadırlar. Prens Charles ve Lady Diana da boşanmadan önce bir üst kattaki dairelerinde oturmaktaydılar. Sarayda asansör, yüzme havuzu, sinema ve nükleer sığınak gibi özel ilaveler yapılmıştır. Sarayın önünde yapılan Changing Guard Ceremony görülmeye değer güzelliktedir. “VE” ve “VJ Day” günlerinde ve diğer resmi törenlerde Kraliçe, halkı saray balkonundan selamlar. Burada İngiliz muhafızların ve sarayın resmini çekmek öğrencilerimizin olmazsa olmaz aktivitelerindendir. Buradan ayrılıp doğru St James’s Park’a geliyoruz.

Kingston

Şarkılara konu olan bu sevimli semt, alışveriş merkezleri, Thames Nehri kıyısındaki modern bar ve kafeleri, sokak bandoları ile ünlüdür. Burada dolaşırken Kingston’un büyüsüne kapılacağınıza eminiz. Alışveriş yapacaklar için Londra’nın en ucuz yerlerinden biridir. Canınız pazardan alışveriş yapmak isterse, burada inanılmaz bir ürün seçeneği ile karşılaşırsınız. Ice Land, Sainsbury, Waitrose, C&A, Argos, John Lewis, Marks & Spencer, Boots, WHSmith, Millets, Woolworth gibi dev mağazaları bir arada bulabileceğiniz ender yerlerden biridir. Cappadocia Restoran önceki adıyla Sultan’s Delight, Kingston’da pide arası dönerin, biber turşusu ve domates salçası ile servis yapıldığı tipik bir Türk Restoranıdır. Memleketi özleyen ve arada sırada akşam yemeği kaçamağı yapacak öğrencilerimize duyurulur. Kingston’da Thames Nehri boyunca yapacağınız bir yürüyüş sizlerde çok hoş ve güzel duygular uyandıracaktır. Nehirde süzülen kuğular, yemyeşil ağaçlar ve çimler, restoranlardan yükselen hafif müzik ve çatal bıçak sesleri, birbirinden güzel ve canlı renkli çiçekler.. Burayı mutlaka görmelisiniz. Hep birlikte göreceğiz.

Petticoat Lane

Petti Coat, Londra’nın en eski pazarlarından biridir. Liverpool Street’te yeralan bu pazar çok büyüktür ve aradığınız herşeyi burada çok ucuza bulabilirsiniz. Pazarda satılan eşyalarının yanında geleneksel deniz ürünlerini tatmak için iyi bir fırsattır. Özellikle tereyağda kızartılmış özel sarımsak soslu karideslerden tatmanızı tavsiye ediyoruz. Pazarın girişinde sağ köşede hayır işleri için dini müzik söyleyen gönüllü koroyu dinlemenizi öneririz. Bu neşeli topluluğun müziklerinin de ne kadar neşeli ve tempolu olduğunu göreceksiniz. Ana caddenin dışında yan caddeler de pazar kapsamında satış standlarını barındırmaktadır. Bu sebeple en büyük pazar ünvanını yıllardır kaptırmadı. Pazardan 10 Sterline alacağınız 3 ya da 4 tişört, müzik CDleri, birbirinden ilginç hediyelik eşyalar, süs eşyaları, dekoratif malzemeler, ucuz elektronik eşya ve yan ürünlerini satan standlar, diğer yiyecek standları bu standlar dışında Pazar günü de açık olan dükkanlar capcanlı bir atmosferin önemli parçalarıdır. Londra’da yaşamak aynı zamanda ekonomik yaşamayı da bilmek demektir. Petti Coat Lane bu amacımıza hizmet eden en önemli merkezlerden biridir. Mağazalardan satın alacağınız bir ürünü buradan yarı fiyatına alabilirsiniz.

British Museum

Dünyanın en büyük müzelerinden biridir. Erken Bronz Çağ’dan Roma İmparatorluk dönemine kadar olan Eski Yunan ve Roma Eserleri, Batı Asya, Mısır, koleksiyonlarının yeraldığı müzede 80.000’in üzerinde tarihi eser sergilenmektedir. Özellikle 4000 yıllık, bozulmadan günümüze kadar gelmiş olan insan cesedi ve Mısır mumyaları oldukça ilginçtir. Burada tüm öğrencilerimize mumyalama aşamaları resim ve şekillerle öğreteceğiz. Sadece mumyalar mı? Her medeniyetin galerisinde öğrencilerimize açıklamalar yapacak ve genel kültürlerini pekiştireceğiz. British Museum Avrupa’da kesin olarak görülmesi gereken müzelerden biridir. Bu müzeye aslında bir tam gün ayırmak bile yeterli olmayacaktır fakat Londra’da gezeceğimiz o kadar çok yer olacak ki bu nedenle ancak yarım günümüzü bu muhteşem müzeye ayırabiliyoruz çünkü pek çok müze ziyaret listemizde yeralıyor. British Museum’u Deren Koray farkı ile gezdiğinizde ne kadar büyük ve kapsamlı bir müze olduğunu kendi gözlerinizle göreceksiniz. Müze kütüphanesi, pek çok düşünür ve araştırmacıya ev sahipliği yapmıştır. Bu nedenle bu muhteşem kütüphaneyi de inceleme fırsatına erişiyoruz. Son yıllarda yapılan tadilat ve güncelleme çalışmaları müzenin çok daha görkemli ve geziye elverişli hale gelmesine neden oldu. Bununla birlikte daha fazla aktüaliteye yer vermeleri varolan ilgiyi daha da fazlalaştırdı. Dünyaca ünlü filmlerde kullanılan kostümlerin sergilenmesi, sanat ve kültür sergileri, tartışmalar, bilimsel çalışmalar ve forumlar, konferanslar, film ve slayt gösterileri müzeyi her zaman olduğundan çok daha fazla aktif kılıyor. Bizler diğer firmaların yapmış olduğu gibi müzeleri kapıdan göstermez, bu müzedeki tüm atraksiyonları ve bilgileri uygulamalarla öğrencilerimize veririz. İşte bu önemli Deren Koray farklarından sadece bir tanesidir.

Madame Tussaud's

İşte en çok sevdiğiniz ve ortamından en çok hoşlandığınız müzelerden bir tanesi. Kimi öğrencilerimizin duyduğunda klasik bir şablonu aklına getirdikleri “müze” kelimesiyle hiç bağdaşmayan, sinema, müzik, politika, bilim dünyasında ünlü olan ve adını tarihe yazdıran kişilerin birebir mumyalarıyla karşı karşıya geleceğiniz tek mekan. Dünyanın en eski metro istasyonu olan Baker Street’te metrodan indikten hemen sonra varıyoruz Madame Tussauds’ya. 1761-1850 yılları arasında yaşayan Tussaud, Giyotinle kesilen kafalardan kalıplar alarak, 1802 yılında Londra’ya kaçarken bu kalıpları da beraberinde getirir. Oğulları da bugünkü müzeyi kurar. Burada aklınıza ne kadar film yıldızı, devlet adamı, pop sanatçısı gibi kamuoyunu meşgul eden ya da etmiş kişi varsa bunların mumdan yapılmış heykellerini göreceksiniz. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeli dışında tüm heykeller profesyonelce yapılmıştır. İkinci ve üçüncü repliklerinde çok başarılı olmadığını düşündüğümüz Ata’mızın mumya heykeli halen müzede yeralmaktadır. Burada hareketsiz duran bazı insanlar, ziyaretçilere şakalar yapmaktadır. Bu müzeye girerken dijital fotograf makinenizin belleğinde yeteri kadar boş yer olduğuna emin olun, çünkü farkında olmadan bir sürü poz yakalayacaksınız. Tussauds’da Londra tarihini gözler önüne seren bir gösteri sizleri müzede bekliyor olacak. Geleneksel siyah renkli taksilerle yapacağınız bu büyülü Londra tarihi yolculuğa bayılacaksınız. Müzenin bünyesinde Planetarium adında ayrı bir birim bulunmaktadır. Burası da uzay ile ilgili çalışmalar yapan ünlü astronotların heykellerinin bulunduğu bir bölümdür. Dünyada cereyan eden fizik ötesi olayların gösterileri burada yapılmaktadır. Tussauds, bu bölümlerin dışında yeniden revize edilen işkence ve korku galerisinde süper animasyonlarla ziyaretçilerine korku ve heyecan dolu dakikalar yaşatmaya devam ediyorlar. Eğer bu tür heyecan ilginizi çekiyorsa buradaki gösteri ve animasyonları kaçırmamanızı öneriyoruz. Son olarak çıkış kapısından hemen önce hayata ve müzeye ait ilginç hediyelik eşyaların satıldığı galeriye varıyoruz. Buradan da kolay kolay çıkabileceğinizi sanmıyoruz çünkü hiçbir yerde bulamayacağınız ilginç eşyaları burada satın almasınız bile incelemeniz için can atacaksınız..

Hyde Park

Deren Koray’lıların yıllardır “Haydi Park” olarak adlandırdıkları Londra’nın bu cennet köşesi, bir anda büyük bir şehirde olduğunuzu size unutturur ve sizi kendisine çeker. Konserleriyle ünlü olan Hyde Park’ta bulunan ters ağacı ve birbirinden renkli ve güzel çiçek köşelerini ziyaret ettikten sonra sincapların ve güvercinlerin sizlerden yiyecek dilendikleri yoldan geçiyor ve St. Serpentine gölüne ulaşıyoruz. Bu gölde deniz bisikleti ya da kayık kiralayarak bu güzel parkta hoşça vakit geçirirler. Bazılarımız bu güzel aktiviteden sonra topla oynanabilecek her türlü oyunu burada oynarlar. Freezbee de öğrencilerimizin sıklıkla oynadıkları oyunlar arasındadır. Kimi öğrencimiz enerji toplamak için serin bir ağaç gölgesinde çimlere uzanarak şekerleme yapmayı tercih eder, kimileri de eşli MP3 çalarlarını dinleyerek ruhunu beslemeyi tercih eder. Bu aktiviteleri yapan sadece bizler değiliz, yabancı öğrenci grupları da aynı aktiviteleri tercih edeceklerdir ve zaman zaman yabancı öğrencilerle karşılıklı takım oyunları da bu parkta oynanmaktadır. Öğrencilerimiz için bunların hepsi tatlı birer anıdır. 138 Hektar büyüklüğünde olan bu parkın kuzeydoğu köşesinde herkesin her konuda serbestçe konuşabileceği bir de “Speaker’s Corner” bulunmaktadır. Bu gelenek 1872 yılında başlamıştır ve günümüze kadar uzanmaktadır. Bu köşe herkesin dilediğince özgür konuşabileceği, duygularını serbestçe ifade edebileceği, yasağın, sınırlamanın ve yaptırımın olmadığı izole bir köşedir. Zaman zaman burada fikirlerini açıkça beyan eden kişilerle karşılaşıyoruz. Hyde Park’tan sonra yolumuz Knightsbridge’e düşer. Burası lüks otellerin, mağazaların ve restoranların bulunduğu elit bir semttir. Hemen ileride Harrods Mağazası tüm görkemi ile göze çarpar.

National Gallery

Burası dünyanın en büyük sanat galerilerinden biridir. Eserlerin çoğu 15-19. yüzyıllara aittir. Bellini, Avercamp, Leonardo da Vinci, Poussin, Michelangelo, Van Eyck, De Hoogh, Hobbema vermeer, Van Dyck, Rubens, Picasso, Van Gogh, Goya, Constable, Turner gibi dünya çapında üne sahip ressamların eserleri bu müzede sergilenmektedir. Burası sanatseverler için mükemmel bir mekandır ve kesinlikle görülmesi gerekir. Binanın önünde 2.James’in ve George Washington’un heykelleri bulunmaktadır. Müze çıkışında Trafalgar mini markete uğramadan meydandan ayrılmak olmaz. Onun için burayı da şöyle bir geziyoruz.

Harrods Mağazası

Bu mağaza kraliyet ailesinin alışveriş yaptığı dünyanın en büyük ve en lüks mağazalarından biridir. Birşey alınmasa bile gezilip görülmesi gereken yerlerden biridir. Harrods, Mısırlı işadama Muhammed El Fayed’in kurduğu bir mağazadır. 1997 yılında Galler Prensesi Lady Diana ile birlikte aynı araçta bulunan oğlu Dodi El Fayed, Fransa’nın başkenti Paris’te yaşamlarını yitirmişlerdi. Baba El Fayed oğlu ve Lady Di için Harrods’un bir köşesine anılarını yaşatmak için bir bölüm açar ve bu köşede Lady Di’ye oğlunun hediye aldığı alyansla birlikte The Ritz otelinde son akşam yemeklerinde içtikleri kadehleri orijinal haliyle bu köşede sergiler. Bu anıların dışında sürekli yanan mumlar ve içine para atılan bir de havuz bulunmaktadır. Resimleri ile süslenen bu köşe ziyaretçilerin duygulu anlar yaşamasına neden olur. Gelelim mağazanı diğer bölümlerine. Öncelikle binanın dört bir yanında değişik giriş kapıları vardır. Mağazaya giriş yaptığınız aynı kapıdan çıkmak çok sık rastlanan bir durum değildir çünkü içeri giren bir müşterinin yolunu kaybetmesi işten bile değildir. Giriş kapılarında elektronik dedektörleri bulunan korumalar her müşteriyi içeri almamaktadır. Eğer üzerinizde yırtık bir kot ya da eskimiş bir elbise varsa ya da iyi bir görüntü vermiyorsanız, mağazadan içeri giremezsiniz. Omuzunuzda ya da sırtınızda bir eşya, paket varsa elinize almanız konusunda uyarı alırsınız. Gruplar halinde girmek gibi bir niyetiniz varsa yine giremezsiniz çünkü mağaza zaten kalabalıktır ve ekstra bir kalabalık yaratmanıza izin verilmeyecektir. Mağazanın tuvaletleri sadece müşteriler içindir, çoğu zaman Harrods müşterisi olduğunuzu elinizdeki Harrods paketleriyle ya da alışveriş fişleriyle ispat edersiniz. Tüm bu zorluklara ve engellere rağmen insanlar içeri girmek için can atar çünkü alışılmışın dışında bir ürün seçeneği vardır ve ilgi gösterdiğiniz her reyon adeta ayrı birer satış mağazasıdır. Örneğin ev elektroniği bölümünde dilediğiniz sistemi özgürce test edebilirsiniz ve görevlilerin yakın ilgisiyle karşılaşırsınız. Bayanlar için ünlü kozmetik firmalarının sahip oldukları standlarda her türlü ürünü rahatça test edebilirsiniz. Bunun dışında gıda bölümünden moda bölümüne, tekstilden dekora çocuk bay bayan giyimine kadar aradığınız herşeyi Harrods’ta bulabilirsiniz. Eğer indirim günlerini yakalayabilirseniz, Londra sokaklarında satılan bir eşyayı Harrods’ta yarı fiyatına satın alabilirsiniz. Normalde pahalı etiketi ile ün yapmış bu mağazada daha pek çok sürprizle karşılaşacağınıza eminiz.

Richmond Park

Peysajı orta çağdan kalan, benzersiz bir floraya ve zengin bitki örtüsüne sahip bu 1000 Hektarlık bu büyük park, evlerimize oldukça yakındır ve bu nedenle özellikle Pazar günleri için zaman geçireceğimiz ideal alanlardan biridir. Golf sahaları, bisiklet yolları, spor imkanları ile Richmond’luların uğrak yeridir. Parkta 600 kadar geyik bulunur. İddia ediyoruz hayatınız boyunca bir geyiğe hiç bu kadar yaklaşmayacaksınız. Geyikler de dahil olmak üzere parkta yaşayan tüm canlılar Kraliçe’ye aittir. Bu parkta yapacağımız piknik, yine sizde güzel anılar bırakacaktır. Parkın ortasında bulunan göllerde dinlenen kuş sürüleri görülmeye değerdir. Eğrelti tarlasında, eğreltilerin üremeleri ve dağılım sistemleri hakkında yapacağımız açıklamalar ilginizi çekecektir. Bu sayede parkta göreceğiniz uçsuz bucaksız eğrelti tarlasının nasıl oluştuğunu öğrenmiş olacaksınız. Richmond Park seveceğiniz bir mekan.

Soho

Tarih boyunca pek çok etnik grubu barındıran Soho’da tıpkı New York’taki benzeri gibi bugün Çinliler ve İtalyanlar hakimdir. Soho özellikle gece klüpleri, tiyatro salonları ve restoranları ile ünlüdür. Burada bir de hafta arası standları kurulan Türk pazarı bulunmaktadır. Aslında pazarın adı Türk pazarı değildir ancak buradaki satıcıların neredeyse tamamı Türk olduğu için biz böyle bir isim koymayı uygun gördük. Hemen aşağıda bulunan Chinatown, Çin’in buradaki küçük bir versiyonudur. Bu mahalleye girdiğinizde Londra’da olduğunuza pek inanamayacaksınız. Restoranların vitrinlerden sarkan kızarmış ve kurutulmuş ördekler, hayatınızda görmediğiniz meyveleri ile çok egzotik bir o kadar da enterasan bir yerdir. Özellikle Durian isimli meyveyi yakından incelemenizi tavsiye ediyoruz. Bonzai dükkanlarında bu harika ağaçları daha yakından tanıyabilirsiniz. Sadece Çin ürünlerinin satıldığı süpermarketi görmemek bir eksikliktir. Çin kültürünü yansıtan dükkanlarda hediyelik eşyaları çok ucuza bulabilirsiniz. Buradaki telefon kulübeleri bile Çince yazılmıştır. Komüniteler şeklinde yaşamayı seven Çinliler, burayı da kendi dünyaları gibi benimsemiş ve kültürlerini burada yansıtmışlardır. Değişik tadlardan tatmayı seven öğrencilerimiz için burası güzel bir mekandır ancak yemek konusunda tutucu olan öğrencilerimiz için aynı şeyi Chinatown restoranları için söylemek çok doğru olmayacaktır.

Carnaby Street

Rock müziği tutkunlarının görmesi gereken diğer bir cadde de burasıdır. Binlerce hediyelik eşyanın satıldığı bu alan turistlerin en çok ziyaret ettiği yerlerden birisidir. Sıra sıra dükkanlarda Londra’ya özgü hediyelik eşyaların satıldığı çekici bir merkezdir Carnaby Street. Yan sokaklarında bulunan kafeler, spor eşyalarının satıldığı dükkanlar, her çeşit aromalı kahve ve çayın bulunduğu bizdeki bildik aktarların modern versiyonuna sahip dükkanlar, ikinci el kitap, plak, kaset ve CD satan müzik marketler, tattoo, dövme ya da hairwrap gibi değişik aksesuarların uygulandığı gençlerin uğrak mekanları hepsi bu cadde üzerindedir. Bu sokağın atmosferini kolay kolay başka bir şehirde bulamazsınız..

London Aquarium

Londra da aynen bizim gibi, yerinde duramıyor. Her yıl yeni binalar, yeni şeyler şehire geliyor. Aramıza yeni katılan Londra Akvaryumu bizce geç kalınmış bir atraksiyon. Keşke daha önceki yıllarda hizmete girmiş olsaydı da, önceki yıllarda programımıza katılan Deren Koray’lılara da burayı tanıtma şansına erişmiş olsaydık. Londra akvaryumu gerçekten başkente yakışır bir eser. Buraya girdiğinizde yaşadığımız dünyadan daha farklı ve daha güzel bir dünya olduğunu keşfediyoruz. Bu dünyanın sahibinin gerçekte bizim olmadığını, mavi derinliklerde yaşayan canlılara da ait olduğunu görüyorsunuz. Gerçekten çok güzel düzenlenmiş bir akvaryum Londra Akvaryumu. Seyriniz sırasında dikkatinizi çeken çarpıcı açıklamalar, dünya ile ilgili sayısal bilgiler, görsel sergiler ve köpekbalıklarının bulunduğu büyük tank. Yakınlaştıkça kırılacakmış gibi geliyor insana. Dalgıçların nefes kesen gösterileri herşey ama herşey gözünüzün önünde canlanıyor. Arada ise sadece bir cam parçası. Sanki su altında nefes alıyorsunuz. Tatlı su balıklarından yırtıcı Piranhalara, Nemo ve Dory gibi çizgi film kahramanlarından kendini okşattıran, evet yanlış okumadınız, elinizle okşamanızı isteyen stingray (kalkan) balıklarına kadar herşey bu büyülü dünyada. Kaplumbağalar, birbirinden ilginç deniz anaları, yengeçler, ahtapotlar, yırtıcı müren balıkları, mercanlar, daha yüzlerce ilgi çekici açık deniz yaratıkları sizleri bekliyor. Deren Koray bu muhteşem akvaryuma her yıl öğrencilerini götürür ve buradaki gizemli dünya hakkında öğrencilerine bilgi verir. Bir öğleden sonramızı bu büyülü mekana ayırıyoruz. Tadını çıkarmaya bakın.

Science Museum

İşte gerçek bir bilim yuvası. 18.yüzyılın dev buhar makineleri, 19.yüzyılın arabaları, bisikletleri, Apollo 11’in maketi, Güneş sisteminin çalışan bir modeli, Mısırlılara ait su saati, birebir modelleri yapılmış gemiler, 100’ün üzerinde uçak motoru, 21.yüzyılın asansörleri, uçuş laboratuvarı, hologram sergileri, tıp tarihi koleksiyonu, biyolojik gösteriler, nükleer santraller, modern iletişim araçları, internet laboratuvarı, olağanüstü bir uzay galerisi, uygulama merkezi, simulatörler, tüm İngiltere’ye yayın yapan Capital Radio 95.8 FM yayın stüdyosu bulunan ve daha binlerce konuda binlerce demonun sergilendiği muhteşem bir müzedir. Burada öğrencilerimizin Türkiye’de aldıkları fen bilgisi derslerinde okudukları teorik bilgilerin hepsi bu müzede uygulamalı olarak anlatılacaktır. Çünkü bu müze bir çeşit bilim okuludur. Deren Koray’ın bir farkı da işte bu müzede. Müzeyi keşfimiz en üst kattan başlıyor. Optik galerisi ile başlıyor uzay galerisine kadar bilim yolculuğumuzu sürdürüyoruz. Bir başka örneğinin bulunmadığı bu muhteşem müzeyi çok seveceksiniz. Özellikle uçuş galerisi ve deney laboratuvarları ilginizi çekecek. Bu arada müzenin satış dükkanına uğramadan geçmeyin. Birbirinden ilginç malzemelerin satıldığı bu galeride Londra sokaklarında asla bulamayacağınız lisanslı ürünlerle karşılaşacaksınız. Bu ürünlerin hepsi birer bilimsel çalışmanın ürünü. Düz duvarda yürüyen robotlar, rüzgar enerjisi ile uçan helikopterler, duvar projeksiyonlu dijital saatler, kendiliğinden zıplayan ve hareket eden fosforlu sihirli fasülyeler, plazma küreleri, birbirinden ilginç uçurtmalar, deney setleri daha neler neler, hepsi burada ve sadece sizin için.

Natural History Museum

İşte Londra’da kesinlikle ve kesinlikle görülmesi gereken bir müze daha. Science Museum ile komşu olan müzede doğa tarihi ile ilgili her türlü bilgiyi burada bulabilir, kuşlardan dinazorlara kadar tüm canlıları burada izleyebilirsiniz. Science Museum’da olduğu gibi burada da öğrencilerimize bir bütün bir gün ders veriyoruz. Meteor taşları, aydan getirilen kozmik taşlar öğrencilerimizin ilgisini çeker. Memeliler galerisinde bir gemi büyüklüğüne sahip mavi balinayı görünce gözlerinize inanamayacaksınız. Ekoloji galerisinde daha önce hiç duymadığınız ve bilmediğiniz doğa olaylarını gözleyeceksiniz. Deprem odasında Kobe’de yaşanan depremi olduğu gibi yaşayacaksınız. Pompei volkanı lavları ve külleri altında kalmış gerçek insan ve köpek vücutları, doğanın aşındırma kuvveti, milyonlarca yıl önce yaşamış gerçek dinozor fosilleri, içi doldurulmuş hayvanlar, deniz canlıları, çok bacaklıkların gizli dünyası ve daha neler neler. Dilerseniz diğerleri de sürpriz olsun. Bu müzede edineceğiniz bilgi, sizler için çok değerlidir ve bu bilince sahip bir firma olarak sizlere burada bilim şovu hazırladık. Bizleri izlemeye devam edin, daha öğreneceğiniz ve göreceğiniz çok şey var Londra’da.

Hard Rock Cafe

Genç olup da Hard Rock Cafe’ye gitmek istemeyen herhalde yoktur. Her yıl genç Deren Koray’lılar Londra’da orijinal ve gerçek bir HRC ile tanışmanın mutluluğunu yaşarlar. 1971 yılında dünyada ilk kez kurulmuş bu mekanla tanışmak için sabırsızlandığınızı biliyoruz. Dünyaca ünlü pop müzik yıldızlarının gerçek kostümleri, gözlük, ceket, eldiven, kazak, tişört gibi özel eşyaları, bestelerini yaptıkları kağıtlar, orijinal el yazıları, çaldıkları gitar, org, klavye gibi özel enstürmanları, almış oldukları ödüller, el izleri işte hayranı olduğunuz dünyaca ünlü yıldızların eşyaları sadece bir adım önünüzde. Onlara baktığınızda gözünüzün önünde canlanan kısa film ve bu filmin içinde yeralan siz! Elvis Presley’den Madonna’ya, Michael Jackson’dan, Beatles’a hayranı olduğunuz müzik devleri burada size daha yakın. Bu duygu ve nosyonla HRC Music Store’dan yapacağınız alışveriş ile siz de Hard Rock Cafe – London tişörtü sahibi olabilirsiniz. Hani Amerikalı’ların “Been there done that” dediği gibi. HRC’den sonra aldıklarınızı daha bir alıcı gözle incelemeniz için Green Park’a şöyle bir uzanıyoruz. Burada yorucu dakikaların acısını dinlenerek çıkarabilirsiniz.

Tottenham Court Road

Elektronik eşya meraklıları sizlere sesleniyoruz. Oxford Street ile kesiştiği noktadan itibaren 200’den fazla elektronik eşya satan dükkanları görünce şok olacaksınız. Dünyada icat edilen elektronik bir ürün ilk olarak Tottenham Court Road’da görücüye çıkar. Daha önce doğal olarak hiçbir yerde göremeyeceğiniz müziksetleri, walkmanlar, CD playerlar, MP3çalarlar gibi elektronik malzemeler, yüzlerce değişik saat modelleri, dijital ve analog kameralar, dijital fotograf makineleri ve daha yüzlerce çeşitli elektronik cihaz burada çok uygun fiyatlar ile satılır. Turist statüsünde olduğumuz için vergi iadesi hakkınızı da kullandığınızda %17,5 oranında ekstra bir indirim de sizi bekler. Dolayısı ile gümrüksüz alışverişin keyfini de burada yaşarsınız. Ürünler üzerinde yeralan yüksek fiyat sizi yanıltmasın pazarlıkla o fiyatların çok altında ürünler satın alabilirsiniz. Hazır elektronik eşyalara değinmişken bir konuda açıklama yapmamıza izin veriniz. Yıllardır öğrencilerimizin ve velilerimizin ısrarla sorduğu bir soru var ve belki de sizler de bu soruyu sormak üzere olabilirsiniz. Hani şu yurtdışında ucuz cep telefonu konusu. Çok kısa ve net bir bilgi vermek gerekirse belirttiğiniz bu telefonlar evet çok ucuzdur ancak bu ucuz fiyata cep telefonunu satın almak için öncelikle İngiltere vatandaşı olmanız ve en az 1 ya da 2 yıllık GSM operatörü ile karşılıklı anlaşma yapmanız gereklidir. Bu anlaşma gereği ayda en az 30 ila 100 Sterlin karşılığında telefon görüşmesi yapmayı taahhüt etmelisiniz. Bunu taahhüt edemiyorsanız her ay sabit bir gider ödemekle yükümlü oluyorsunuz. Cep telefonunuz da sadece anlaşma yaptığınız GSM şirketinin simkartı ile çalışıyor. Hoş artık “sim kilidi kırmak” diye bir moda çıktı ancak bunu telefona uyguladığınız takdirde hem yasal olmayan bir iş yapmış oluyorsunuz hem de cihazı garanti kapsamından çıkarmış bulunuyor ve tüm riski üzerinize almış oluyorsunuz. İngiltere’de GSM rekabeti üst sınırlara çıktığı için artık ucuz cep telefonu vermek yerine bu telefonları GSM operatörleri bedavaya, hatta, bırakın bedavayı üzerine 50 Sterline varan nakit ödeme avantajları ile müşterilerine veriyorlar. Ne diyelim? Darısı başımıza.

Chessington World of Adventure

Eğer bu özel eğlence parkı hakkında bir açıklama yapacak olsaydık burası tek kelime ile “adrenalin” merkezi olduğunu söyleyecektik. Londra’daki Deren Koray’lıların bizce en güzel anıları burada geçmektedir. Burası lunaparktan öte, oyuncaklara ve atraksiyonlara sınırsız biniş hakkı veren modern bir eğlence merkezidir. Chessington’da neler yok ki? Önce Kodak’ın Safari Sky Way’i yani hafif raylı sistemi ile parkı yukardan şöyle bir gezelim ne dersiniz? Singapur Airlines’ın sponsorluğunu yaptığı Dragon River üzerinden kütük ile son hızla su kanallarından aşağıya inmeye cesaretiniz var mı? Peki Vampir ile uçarcasına bir yolculuğa ne dersiniz? Son yıllarda ayaklarımızın altındaki bariyeri de kaldırdılar şimdi ayaklar özgür ve boşlukta panikle sallanıyor, yani artık Vampir daha da heyecanlı.. Siz de denemek ister miydiniz? Ya Calamity Canyon’daki hızlı trene binmek? Juggler’ın sizi sağdan sola ve soldan sağa fırlatacağını biliyor musunuz? Mistik Mısır’da yılanların yolunuza çıktığı korku dolu bir yolculuğa ve hayaletlerin vereceği nefis bir rock konserine hazır mısınız? Evet… bunu yapabileceğinizi zannetmiyoruz. “Revenge” herhalde yaşamaya cesaret edemeyeceğiniz bir çılgınlıktır. Hoş daha da çılgınları var ama, oraya az sonra gelelim.. Bu atraksiyonun tadına varan Deren Koray’lılar aşağı baktıklarında gökyüzünü, yukarı baktıklarında da yeryüzünü görürler. Çıkışta yaşadığınız o dehşet anının fotoğrafını görmenizi isteriz. Bu fotoğrafı almasınız bile bakmak size keyif verir. Yüzünüzün aldığı o garip şekli mutlaka görmelisiniz. Hemen araya bir ekleme yapalım: Bu yıl Revenge’in tahtını Samurai 99 epey salladı. Parkın en gözde oyuncağı 1999’da Samurai 99 idi ancak o da yerini daha çılgın bir atraksiyona bıraktı. Black Buckaneer. Bunu anlatmak zor. Siz iyisi mi bizim video görüntülerine bir göz atın. Orada nasıl birşey olduğunu göreceksiniz. Profesör Bubble’ın fabrikasında yapacağınız sulu yolculuk ve suların dansı ilginizi çekecektir. Belki de bir sirk izlemek istersiniz. Gondol her zamanki gibi popülaritesini koruyan ve Chessington’da öğrencilerimiz tarafından en çok sevilen atraksiyonlardan bir tanesi. Öğle yemeğinde “aman boşver packed-lunch”ları diyecek ama Mc Donald’s, KFC ya da Pizza Hut’ın nefis yemeklerine hayır diyemeyeceksiniz. Uzaktan kumandalı arabaları ve suda yüzen tekneleri kullanmayı sevdiğinizi de biliyoruz. Chessington’ın uçsuz bucaksız çimenlerinde piknik yapmak da apayrı bir zevktir. Parka son yıllarda katılan Rattle Snake’e bindiğinizde yere bir an önce inmek için can atacaksınız ama şimdiden söyleyelim hemen inmeyecek ve size epey terler döktürecek. Bu tür oyuncaklardan hoşlanmayan öğrencilerimiz için (bugüne kadar oyuncaklardan hoşlanmayan öğrencimize hiç de rastlamadık ama yine de yazalım) birçok hayvan türünün bulunduğu hayvanat bahçesi ilgi çekicidir. Hayvanların sergilediği komik ve sevimli davranışlar ve onlara bu denli yakın olmak, öğrencilerimizin hoş dakikalar yaşamalarını sağlar. Artık daha fazlasını yazmayalım geriye kalanlar da sürpriz olsun. Kısacası Chessington World of Adventure, yoğun bir çalışma yılı ardından öğrencilerimizin deşarj olacağı, gönülleriyle eğlenecekleri çok güzel bir eğlence parkı. Merak etmeyin, parkın yüksek olan giriş ücretini de diğer aktiviteler gibi bizler ödüyoruz, diğer firmaların yaptığı gibi cep harçlıklarınızdan bu tür harcamaları tahsil etmiyoruz. Size sadece eğlenmek, parkın keyfini çıkarmak kalıyor. İyi eğlenceler.

Brighton

Tipik bir İngiliz sahil yerleşim birimi görmek istiyorsanız bizi takip edin. Victoria’dan başlayan hızlı tren yolculuğumuz Brighton’da biter. Brighton’a vardığımızda karşınıza ilk çıkan yer Palace Pier’dir. Bu iskele bildiğiniz iskelelerden çok farklıdır. Hani iskele deyip de geçmemek gerek. Üzerinde yaşayan bir yerleşim birimi göreceksiniz. Buradaki lunapark çok eğlencelidir. Şansınıza güveniyorsanız şans oyunları becerinize güveniyorsanız beceri oyunlarından oynayabilir, değişik oyuncaklar kazanabilirsiniz. Palace Pier’de geleneksel fish & chips yemenin tadı bir başkadır. Özellikle kızarmış patatesin üzerine sirke koymak bu tadı ikiye katlar. Deneyin beğeneceksiniz. Buradan sonra Brighton’un uzun plajlarına gidiyoruz. Artık ayaklarımızı Manş Denizi’ne sokmanın zamanı geldi değil mi? İçinizden geçenleri biliyoruz ama olmaz. Ne yazık ki güvenliğiniz için burada yüzmenize izin vermiyoruz. Gel git olaylarının metrelerce yaşandığı ve yabancısı olduğunuz bu deniz sizler için tehlikelidir. Eğitim ve aktiviteden önce güvenliğiniz gelir. Brighton’da alışveriş yapmak çok zevklidir. Herşeyin 1 Pound’a satıldığı dükkanlar, renkli moda mağazaları, hobi dükkanları, otantik ve dar sokaklarıyla Brighton güneşli bir günde size maksimum keyfi verir. Taç Mahal benzeri Royal Pavilion ve diğer etkinlikler için güzel bir cumartesi gününe kendinizi hazırlayın.

Wembley Stadium

Euro 96 kupa finallerinin yapıldığı bu stadyumu görmek, her futbolsever için ayrı bir önem taşır. Bu görkemli stadyum sadece futbol karşılaşmaları değil Bryan Adams, Michael Jackson, George Michael, Queen, Take That, Celine Dion gibi pop yıldızlarının ve gruplarının verdikleri konserler ile de isim yapmıştır. Stadyumun hemen kuzeyinde kurulan Wembley Pazarı’ında İngiltere liglerinde karşılaşan ünlü futbol takımlarının formaları, elbiseler, binlerce ev eşyası ve elektronik eşyalar çok ucuza satılmaktadır. Wembley’in ne kadar büyük bir stadyum olduğuna Wembley’i gördükten sonra karar vereceksiniz. 2004 yılında Wembley yepyeni bir yüzle sporseverlerin karşısına çıktı. Stadyum baştan aşağı yenilendi ve bir çok spor ve sanatseveri ağırlamaya artık hazır. İngiltere’nin adına ve şanına yakışır bu kompleksi mutlaka görmenizi tavsiye ediyoruz. Futbola gönül veren her gencin keşfetmesi gereken bir stadyumdur Wembley.

Kensington Sarayı

Aslında Kensington Sarayı bizlerin öyle aman aman dikkate almadığı bir yer idi. Ta ki, halkın sevgilisi, yardımsever Prenses Diana yaşamını yitirene kadar. Ölüm haberinin ulaştığı ertesi gün biz de 1997 yılında tüm İngiliz’ler gibi çiçeğimizi aldık ve onun Prens Charles’dan hayatlarını ayırdıktan sonra yaşadığı bu sarayın önüne geldik. Herhalde bütün Londra orada olmalıydı. Bugüne kadar bu şehirde bu kadar insanı bir arada görmedik. Herkes onun için ağlıyordu. Çok etkileyici bir manzaraydı bu. Bir yıl sonra ölüm yıldönümünde de tekrar aynı manzara ile karşılaştık. Ona yazılmış şiirler, sarayın önüne konan çiçeklerin oluşturduğu çiçek denizi adım atmanıza engel oluyor. Çünkü o çiçeklerde halk Lady Diana’yı yaşatıyor. Yanan mumlar, ona ithaf edilmiş oyuncak bebekler, insanların sevgi notlarını iliştirdikleri kağıtlarla dolu siyah demir parmaklıklar hepsi Elton John’un “Candle in the Wind” şarkısını belleklerde seslendiriyordu. İngilizler onu unutmadı. Unutacaklarını da sanmıyoruz çünkü sevgileri, her geçen yıl özleme ve hasrete dönüşüyor, onlar hala Prenses’leri için ağlıyorlar. Tüm bu yerlere ek olarak Brent Cross Shopping Center, Toys-R-Us ve Hamleys Oyuncak Mağazası, BT Telecom Tower, Neal Street, MOMI, National Postal Museum, London Toy & Model Museum, Musical Museum, Dönem Karnavalları, Shaftesbury Avenue, High Barnet, Woodgreen, Windsor Sarayı, Regent’s Park, London Zoo, Little Venice, Tate Gallery, Kilburn, Oxford, Stratford Upon Avon, Cambridge, Bath gibi pek çok yer gezi ve aktivite liste ve planlarımızda yeralmaktadır.